-
MUSTAFA TATCI
Tarih: 04-11-2024 08:20:00
Güncelleme: 04-11-2024 08:20:00
XIII. asır Anadolu’su savaşlarla, kanla, işgallerle toz dumana karışmış bir Anadolu’ydu. İnsanlar bu yüzden kurtuluşu tekke ve zaviyelerde buluyordu gibi izahlar zahir, sığ ve basit sebeplerdir. İşin hakikati o kadar basit değildir. Kaldı ki Cenab-ı Hakk’ın Yunus’u veya benzeri ehlullahı bir toplumun hayatında açığa çıkarması, alenileştirmesi her şeyden önce bir ilahi lütuftur. Evvel emirde bütün
Hak erenler insanlık âlemi üzerine bir rahmettir.
Tafsilata girmeden söyleyeyim, şartlar Yunus’a ihtiyaç duymamıza sebep olduğu kadar, Yunus’u yetiştiren büyük aşk ve irfan adamı Tapduk Emre’nin de kabiliyetini göz ardı etmememizi gerektiriyor. Tapduk Baba gibi kâmiller, Yunus gibi verimli ve sağlam bir toprak gördüğü zaman özündeki güzelliği açığa çıkarmak ister. Nitekim menakıbında buna işareten Tapduk’un ağzından, “Hünkâr’ın bahsettiği kilidin anahtarını verme zamanı geldi, söyle Yunus!” demesi, Yunus’u doğuran atmosferin kaynağını izah etmeye yeter. Yunus’u kan gövdeyi götürürken, meydanlarda toz dumana karışırken insanlığın düştüğü bunalım değil Tapduk Sultan’ın Resulüllah’tan, Hz. Ali’den ve kâmiller silsilesinden devraldığı mâye-i Muhammedî telkiniyle, sohbet, zikir ve hizmet şuuruyla beslediği usul yetiştirmiş, zuhur ettirmiştir. Bu hususun iyice bilinmesi için tekrar söyleyeyim. Yunus’u ortaya çıkaran atmosfer hiç şüphesiz: Tapduk Baba’dan aldığı mâye-i Muhammedî telkini yani telkin-i tevhid; sohbet-i ilahi; zikrullah ve tefekkür, teslimiyet-i tâmme ve hizmet şuurudur. Bu usul ve üslup Hz. Yunus’un dergâha getirdiği odunların aşk ateşine dönüşmesini sağlamıştır ve Yunus asırlardır gönülleri tutuşturacak meşaleyi yakmıştır.
Hak erenler Yunus’a bir görev vermişlerdir. O öyle büyük bir kabiliyettir ki kendisine yüklenen misyonu da mükemmelen yerine getirmiştir.
Biliyorsunuz bir Rumeli fatihimiz var: Saru Saltuk Hazretleri. Rumeli’yi din-i mübinle tanıştıran serverlerimizin başında Saru Saltuk Baba gelir. Saru Saltuk Hazretleri’nin bir sözü var ve şöyle diyor: “Şükürler olsun ki Rumeli’ye İslam evliya pirle doldu, bundan sonra İslam bu topraklarda tutuna, kuvvet bula.”
Bu söz, fütuhat ruhuyla alakalı muazzam bir tespittir. Bir coğrafyada seyrü sülûk görmüş bir ehlullah olsa, o topraklarda İslam tutunur, kuvvet bulur. Bu ne büyük bir lütuftur. Anadolu, bu insan-ı kâmillerle fethedilmiştir. Şu bir hakikattir ki fetih gönülde başlar. İnsan nefsinde adli gerçekleştiremediyse zahirde adl-ı ilahiyi gerçekleştiremez. İşte Yunus bu anlattığımız manada Anadolu’da Türklüğün hak hakikat dili olmuştur. Yoksa Saltuk Baba’nın dediği “kuvvet bulma ve tutunma olayı” kılıçla nereye kadar gerçekleştirilebilirdi ki? İşte Yunus Anadolu’da evliyaullahın serverlerinden Tapduk tarafından bu gayeyle yetiştirildi. Nitekim kendisi bunu açıkça dile getirmiştir:
Bu bizden önden gelenler mânâyı pinhân dediler
Ben anadan doğmuş gibi geldim ki uryân eyleyem
Yunus senin gönlün evi Hak varlığı dopdoludur
Uş geldim ki âşıklara varlıkdan ihsân eyleyem
Yunus’tan önce gelen arifler doğal olarak Arapça ve Farsça konuşuyorlardı. Anadolu’ya gelen Türklerin umumiyetinin taşrada medrese eğitiminden geçmesi mümkün değildi ve devir fütuhat devri idi. Her ne kadar yerleşik hayat başlamışsa da halkın çoğu göçebeydi. Hasılıkelam, dönemin Ahmet Yesevi döneminden farkının olmadığı açıktır. Yani bu büyük sahrada İslam halka ancak aşk ve irfan cevherini gönlünde taşıyan gezgin Hak adamlarıyla ulaştırılabilirdi. Hz. Peygamber’den sonra ribatlar birer irfan ocaklarıdır ki bu kuruluşlar, geleceğin zaviyelerini hazırlamışlardır. İşte bir ayağı Azerbaycan’da bir ayağı Varna’da olan Tapduk Emre’nin de İslam irfanını, tevhid sırlarını kendinden öncekiler gibi ana dili Farsça veya Arapça olan Attarlar, Mevlanalar, Bistamiler, Cüneyd-i Bağdadiler gibi o dillerle anlatan değil Türkçe anlatan bir tercümana ihtiyacı vardı. Tapduk nihayet onu buldu. O gönül kadehini aşkla ve vahdet bilgisiyle doldurdu. Nihayet sülûk çıkararak elde edilebilecek olan ledünnî tecrübelerini Türkçe dillendiren bir bülbül yetiştirmişti. Yunus, Türkçenin bülbülüydü. Kendisinden sonra yetişen dost bahçesinin bülbüllerinin öğretmeniydi o. Kendisi o bülbüllere gül dersi vermeye başladı. Aşk medresesinin müderrisi oldu ve yedi yüz senedir kürsüsünün başındaydı o.
Şu da bilinmelidir ki iki hakikat ehlinin arasında vahdet bilgisi noktasında asla fark yoktur ama geçtiği gördüğü yollarda temaşa ettiği zevkler arasında fark vardır. İbn Arabi’nin Arapça söylediğini, Yunus Türkçe söylemiştir. Cümlesinin arasında hakikati Türkçe söylemenin dışında önemli bir fark yoktur. Bir kısım insan Mevlana’da aşk İbn Arabi’de irfan gibi tasniflerde bulunmaktalarsa da bu gerçek sureta bir gerçektir. Yolda giderken aşksız irfan, irfansız aşk tecelli etmeyeceğini ehli bilir. Kuş iki kanatla uçar. Hangi bahçede yetiştiyse de o bahçenin diliyle öter. Yunus bizim bahçemizin lisanıyla ötmüş, gülün sırrını Türkçe anlatmıştır. Bunu ilk defa gerçekleştiren o olduğu için kendisinden sonra gelenlerin de dili üslup babası kabul edilmiştir. “Biz Yunus’un dersini evliyadan okuduk.” diyen Vahip Ümmi (ö. 1595) yahut “Niyazi’nin dilinden Yunus durur söyleyen.” diyen Mısri Efendi (ö. 1694) artık irfani bilgileri Yunus Emre üslubuyla ve kavramlarıyla anlatmışlardır. Bütün bunları bildiği için sonradan gelen erenler Yunus Emre hakkında “Öncekilerin sonuncusu, sonraki gelenlerin yani Türkçe söyleyenlerin ilkidir.” demişlerdir. Hakikaten o Rumeli’nde yani Anadolu, Avrupa ve bütün Osmanlı coğrafyasında tevhid çerağını halkın anlayacağı bir üslupla yakan bir büyük gönüldür. Bu kanlı coğrafyayı aşk ile bezemiş, ilahisi okunan her karış toprağı bir dergâh-ı ilahi hâline getirmiştir. Bugün Yunus’un izlerini Rumeli’nin her karış toprağında hâlâ görürsünüz.
İmdi dağdaki çobana varıncaya kadar gülün sırrını anlatan bu kişinin İslam’ın yayıldığı coğrafyaya ne gibi katkısı olduğunu artık siz düşünün.
Anam okuma yazması olmayan bir mümine ve muvahhide kadındı. Ruhu şad olsun. Davranışları ve sözleri baştan sona Yunus idi. Odunu sobaya koymadan önce içinde karınca varsa ölmesin diye dışarıda bir güzelce silkeler öyle koyardı. Yoldaki taşa o da can taşıyor diye ayağıyla vurmazdı. Sofraya oturmadan önce, hayvanlar aç kalmasın diye önce inek tavuk ne varsa onların karnını doyurur, bize öyle sofra kurardı. Karpuzun kavunun kabuğunu kurutur, kurbanlıklara verirdi. Daha ne incelikler, ne incelikler... Her hareketinde muvahhidlere yakışır bir davranış sergilerdi. Yunus deyince gözyaşları dökülüverirdi. Anam mücessem bir Yunus idi. Babalarımız ve dedelerimiz de öyledi. Onlar bu aşk yolunun, bu tevhid okulunun alfabesini nereden öğrenmişlerdi? Tabii ki Yunus’tan. Yunus bize dağlarla taşlarla, seherlerde kuşlarla nasıl konuşulacağını, bir karıncaya neden ulu nazarla bakılması gerektiğini öğretti. Yunus bize gökyüzünde İsa ile, Tûr dağında Musa ile elindeki asa ile Mevlamızı nasıl çağıracağımızı öğretti. Yunus eşyanın hakikatine nasıl vakıf olunacağını, içinden Hak sırrını nasıl çıkaracağımızı anlattı. O ne büyük bir gönüldür ki anlattıkları damarlarımıza kadar işlemiş ve hâlâ işlemeye devam etmektedir. Onun izine basmadan arşa post atmaya kalkanlar taklitten öteye geçemezler. Bu büyük gönül:
Ol dost bana ümmî demiş hem adımı Yunus komuş
Dilim şeker gövdem kamış bu söyleyen nemdir benim demektedir ki ateş-i aşk ile kaynayarak kamış mesabesindeki gövdesinden şekerini yani vücudun hakikatini çıkaran bu büyük âşığın sıradan biri olduğunu düşünmek abestir vesselam.
Âlemde, ilahi hakikate ve benzer özelliklere sahip pek çok ehlullah gelmiş geçmiştir. Fakat onların çoğu ilahi aşkı gönülden gönüle nakletmişler, isim bırakmadan göçüp gitmişlerdir. Yunus’un farkı şudur ki o, ilahi hakikati remzî elbiseler giydirerek söze dönüştürmüştür. Söz, irfani tecrübeleri en belirgin bir şekilde taşır. Diğer terbiye araçlarından daha kalıcıdır söz. Kaldı ki aşk talipleri kulaktan beslenir.
Hasılıkelam gittiği yerleri yeşertti de döndü Yunus. Şimdi de aynı değil mi? Yeryüzünde nerede bir Yunus ilahisi okunuyorsa, orada birlik, dirlik, muhabbet yok mu? Allah için gözyaşı dökülmüyor mu? Gönül dayanışması olmuyor mu?
Erenlerin bir coğrafyaya ayak basmasından maksat gönüller yapmasıdır. Zira erenler sözü lübbü’l-lübtür, kelamın özüdür.
- Ayȃn-ı Sabite ve “Ol!”
- Halk İçinde Bir Ayna: Hazreti İnsan
- Çay Bir Yap Yahut Yusuf Amcanın Sineması
- Aşk Davasını Kılan Kişi
- Derviş oku ırak atar ha demeden cana batar..
- Dünyaya kazık mı çakacaksın?
- Vanîzâdelerin Defteri Kapandı
- Cemal Yolu...
- Yunus’un Gönül Bahçesi
- Bu Yol Bizi Vahdet-i Vücûda Götürür
- Gönül Dostu Arar İmiş Bu Alemde
- Yunus İle Çıktık Yola, Yolun Sonu Hakk Ola...