-
MUSTAFA TATCI
Tarih: 02-12-2024 06:57:00
Güncelleme: 02-12-2024 06:57:00
Gazzîzâde Abdüllatîf Efendi “Menâkıb-ı Ahmed Gazzî” adlı eserinde Hazret-i Mısrî'nin sürgüne gitmeden (M. 1693) önce hilâfet verdiği büyük âlim Ahmed Gazzî'nin Şeyhi Mısrî'nin Hasaneyn'in risâletiyle ilgili görüşlerini “amennâ ve saddaknâ” diyerek kabûl ettiğini ve bu sebeple de (1685'te Kestel'de ölen meşhûr) Vanî Mehmed'in oğullarından Bursa Sultâniye müderrisi Vanîzâde Ahmed'in (1703'de) mahkemeye şikayet etmesiyle ilgili şunları anlatır:
“Azîz Hazretleri Bursa'da tekke yaptırıp adı duyulmaya başlanınca gerek Bursa ve çevre illerden ve gerekse ricâl-i devletten pek çok kişi gelip kendisine bende olmaya başladı.
Bazı hasûdlar Hazret-i Pîr'in ikbâline tahammül edemediler ve itibârdan düşmesi için türlü hilelere başvurdular.
Vanîzâde o zamân Bursa'nın meliki gibiydi.
Pâdişâha yakındı ve azîz hazretlerini türlü iftiralarla saraya çağırttı.
Bu cümleden biri Hazret-i Mısrî'nin kürsüde va‘z ederken (muhtemelen Edirne'ye yola çıkmadan yani Haziran 1693'ten önce bir tarihte) İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin Efendilerimizin peygamber olduklarını söylemesiydi.
Aynı zamânda büyük bir âlim olan Şeyh Ahmed Gazzî de Hazret-i Pîr'in va‘zını dinleyenler arasındaydı.
Ulu Câmi'de kürsü dibinde Mısrî'nin bu sözünü ve benzeri şatahatı işitince, hiç tereddütsüz: ‘Âmennâ ve saddaknâ!’ dedi.
Zirâ o, bütün varlığın resûl olduğunu bilenlerdendi.
İşte Vânizâde, Gazzî Hazretleri hakkında buna benzer bazı dedikodular derleyip bir mektûpla durumu İstanbul'a bildirdi.
Ricâl-i devlet bu sözlerin doğru olmadığını, bunların iftirâ olduğunu bildiği hâlde tıpkı Mısrî gibi Gazzî'nin de mahkemeye çıkması için karşı bir fermân alıp gönderdiler.
Pâdişâh fermânı Bursa'ya intikâl etti.
Vanîzâde ilgiden fazlasıyla memnûn kaldı.
Mahkeme: ‘Yarın mahkemeye toplansınlar!’ diye Bursa'da ne kadar âlim varsa hepsine haber gönderdi.
Mahkemenin tayin ettiği görevli gelip:
‘Efendim, sizin hakkınızda da bir fermân geldi. Yarın huzûr-ı şer‘de ulemâ hazır oldukları hâlde kırâat olacak, teşrîf edin.’ dedi.
Ahmed Gazzî Hazretleri, her zamânki gibi o sabah da evrâd ve ezkâr okuyup dervîşlerin yaptığı çorbadan birkaç kaşık içti, Kuşakçı Dede'yi yanına aldı, mübârek başlarına bir şâl örttü, asâsını eline alıp:
‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh,’ diyerek şer'-i şerîfe inkiyâden mahkemeye doğru yürüdü.
Diğer taraftan Vanîzâde de mahkemeye geldi.
Yanında Bursa'nın doksan kadar tanınmış âlimi hazır bir şekilde Şeyh Gazzî’yi bekliyorlardı.
Vanîzâde ulemâya:
‘Şeyh Ahmed Efendi geldiğinde sakın ola ki onu ayakta karşılamayın, yer de vermeyin.’ diye tenbih ediyordu.
İstiyordu ki herkesten aşağıda oturmak zorunda kalsın, yahut rezil olsun.
Gazzî Efendi mahkeme kapısından içeri girdi.
Hâkim Efendi onu uzaktan görünce kendisine bir hâl gelip titreyerek yerinden kalktı.
Odadan koşarak taşra kapıya doğru merdivenlerden indi ve Gazzî'yi karşıladı.
Ellerinden öpüp koltuğuna girdi, merdivenden çıkmasına yardım etti.
Odaya geldiklerinde kendi yerine oturttu.
Bilahire hepsi ayakta olan mevâli, müderrisler ve ulemâ sırasıyla yerli yerine oturdu. Kahveler geldi, içildi.
Mahkemeye geçilmeden sohbet açıldı.
Gazzî Hâkim Efendi’ye yönelip:
‘Bizi davetten murâdınız nedir?’ diye sorduğunda Hâkim Efendi buyurdular ki:
‘Efendim sizin hakkınızda pâdişâhımızdan bir fermân geldi. Onu kırâat edeceğiz.’
Sonra fermânı çıkardılar. Mahkeme başkâtibi emri eline alıp ayak üzerinde kırâat eyledi. Fermânda şunlar yazılıydı:
‘Hâlâ Bursa'da seccâde-nişîn-i irşâd olan ulemâdan Şeyh Ahmed Gazzî cenâplarından şer‘-i şerîfe mugâyir ve itikâd-i ehl-i sünnet ve cemâate muhâlif sözler zuhûr edip müslümanların dalâletine sebep oluyor, diye yazılmış.
Azîz Hazretlerini huzûr-i şer‘e getirip ulemâyı toplayıp itikâdında ve şerîat bilgisinde aykırı bir durum var ise, ehl-i sünnet itikâdına muhâlif kelâmı var ise şer‘an o sözlerden men‘ olup söz kabûl eylemez ise, itikâdını düzeltinceye kadar uzun süre hapis cezâsı verile!’
Pâdişâhın emri okundu.
Bir müddet sükûttan sonra Hâkim Efendi Hazret-i Şeyhin mübârek cemâline bakıp:
‘Efendim ne buyurursuz?’ diye sordu.
Şeyh Gazzî Hazretleri buyurdular ki:
‘Efendi, şimdi ben itimâd ve itikâdım olan Âmentü Billâhtan bahsetsem korkusundan sözü çevirdi, derler lâkin şu mecliste doksan kadar ulemâ vardır. Bunların kimi benden okumuştur çırâğımdır ve kimi benim çırâğlarımdan okumuştur ve kimi de çırâğımın çırâğından okumuştur velhâsıl cümlesinin ilmi bizim ilmimizdendir. Ben bir şey demem. Benim itikâdım ehl-i sünnet itikâdı üzere mi, yoksa fâsid itikâd üzere midir? İtikâdımı benden sormayın; şu efendilerden sorun. Allah için doğruyu söylesinler.’ deyip hafif başını eğip sustu.
Mecliste bulunan ulemânın hepsi sanki sözleşmiş gibi hepsi birden ağlayarak:
‘Hâşâ ve kellâ! Bu fermândaki sözler bu zâta ayn-ı iftirâdır. Bu ana kadar kendinden ders okuduk ve meclislerine hazır olduk, ehl-i sünnet itikâdının aksine ve şerîat-i Muhammediye'den farklı bir söz işitmedik. Bizler cümlemiz ehl-i sünnet itikâdını bu zâttan öğrendik. Dünyâda değil, âhirette bile hüsn-i itikâdlarına böyle şehâdet ederiz.’ diye şehâdet eylediler.
Bu mecliste öyle bir hâl oldu ki sanki kapısı ve duvarları bile ağlayarak Hazret-i Gazzî'nin hâline şehâdet eyledi.
Hâkim Efendi de durumu böylece İstanbul'a bildirdi.
O mecliste bulunan Müderris Vanîzâde'nin çenesi kısıldı, benzi morardı, eli ayağı titremeye başladı. Alelacele mahkemeden çıktı.
Azîz Hazretleri de bundan sonra dergâhlarından pek fazla çıkmamış ve insanlara celâlim dokunur diye, erbaîne girmişlerdir.
Erbaînlerinin otuz yedinci gününde Anadolu'dan bayraklı bir grup deli (kendilerine ‘Bayraklı Deli’ denilen silahlı çete) gelip Vanîzâde'nin konağının bulunduğu Kestel civârına yerleştiler.
Delilerden biri dedi ki ‘Bu köyde oturan Vanîzâde bir zamân bizim bir zümremizi öldürttü. Karındaşımızın kanı kaldı. Zümremizin intikâmını şundan alalım; sonra sefere gidelim.’ deyip hep beraber Vanîzâde'nin konağına hücûm eylediler.
Konağın adamları silahlı çeteye engel olamayıp içeri girdiler.
O sırada Vanîzâde Kestel yakınlarına Karapınar'a gezmeye gitmişti.
Silahlı kişiler konakta önlerine geleni katlederek hareme girdiler.
Burada beşikteki çocuğa varıncaya kadar Vanîzâdeler'den on yedi kişiyi öldürdüler.
Bir kısım Kestelli aceleyle Karapınar'a varıp Vanîzâde'ye haber verdi.
‘Bütün evlâd u ıyâlini kılıçtan geçirdiler, sen bâri firâr eyle.’ dediler.
Vanîzâde'ye bir hâl geldi, dizlerinin bağı çözüldü, yürümeye tâkati kalmadı.
Bayraklı Deliler de Kestel'den Karapınar'a çoktan yönelmişlerdi.
Vanîzâde'yi tutup ellerini arkasına bağlayıp bir beygîre bindirip ayakları altından bukağı vurup Bursa'ya geldiler.
Vanîzâde Bursa'da melik gibi idi.
Bursalılar Vanîzâde'yi Delilerin arasında elleri bağlı ciğeri dağlı, ayakları bukağılı görünce dehşete düştüler, insanlar korkularından dükkânlarını kapatıp evlerine kaçtılar.
Delibaşı emredip şehrin çarşılarında dellâller bağırttı:
‘Ey ümmet-i Muhammed! Bizim kimseye zararımız yoktur. Ancak bu Vanîzâde bizim bir zümremizi öldürttü idi. Zümremizin intikâmını almak için tuttuk. Edirne'ye huzûr-ı sadrazama getirip onda hâkim huzûruna çıkarıp kanımızı davâ edeceğiz, herkes dükkânını açsın!’
Bunu işidenler emîn olup işinin gücünün başına geçti.
Deliler gelip Demirhânı'na inip Vanîzâde'yi de bir odaya haps ettiler.
Bu sırada, Bursa halkından bir Mısrî fukarâsı varıp Vanîzâde'nin hâtırını suâl eyledi ve kahve getirdi.
Vanîzâde kahveden memnûn oldu. Lâkin:
‘Azîzim, şekersiz kahve içemem, kerem eyle bir parça şeker de alıver.’ demiş.
Dervîş de attâr dükkânına gelip: ‘Şundan üç paralık şeker ver. Ne garîp seyrândır, hâlen kanareye gelmiş koyun gibi ecelini bekler, yine ben şekersiz kahve içemem der.’ diyerek şekeri alıp götürüverdi.
Bir gece Demirhânı'nda misâfir olup ertesi gün kalkıp Vanîzâde'yi alıp Edirne'ye götürdüler.
Edirne'ye yakın Ayrılıkçeşmesi denilen yerde Deliler meşveret eylediler ki:
‘Şimdi biz bunu Edirne'ye götürsek karındaşı pâdişâh mukarrebidir. Herhâlde elimizden alırlar. Bunun dirisiyle söyleşmeden ölüsüyle söyleşmek daha evlâdır.’ deyip kılıç vurup bin parçaya böldüler.
Böylece kaybolup gitti. Kimin vurduğu da bilinmedi.
O kadar aradılar, sordular, anlaşılmadı.
Hazret-i Gazzî'nin erbaînden çıktığı gün Vanîzâde'nin ölüm haberi geldi.
Hazret-i Gazzî'nin bir kerâmeti böyle zâhir oldu.
Ta Hazret-i Mısrî'den beri gelen Vanîzâdelere ait defter de böylece kapandı.”
- Ayȃn-ı Sabite ve “Ol!”
- Halk İçinde Bir Ayna: Hazreti İnsan
- Çay Bir Yap Yahut Yusuf Amcanın Sineması
- Aşk Davasını Kılan Kişi
- Derviş oku ırak atar ha demeden cana batar..
- Dünyaya kazık mı çakacaksın?
- Cemal Yolu...
- Yunus’un Gönül Bahçesi
- Bu Yol Bizi Vahdet-i Vücûda Götürür
- Yunus Emre’yi Anlamak Demek Hak için sevmek ve Hak için bilmektir
- Gönül Dostu Arar İmiş Bu Alemde
- Yunus İle Çıktık Yola, Yolun Sonu Hakk Ola...