içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Kenzî Hasan Efendi ve İki Yol Arasında Kayıp Mezarı

Bir Kültür ve medeniyet tarihi yazabilmek için millî kültürümüzün yapı taşları olan mahallî klasiklerin gün yüzüne çıkarılması; eser veren, fikir ve gönül dünyamızı besleyen san‘atkârların, düşünce adamlarının ve irfan ehlinin incelenmesi gerekir. Kültür coğrafyamız daha yakın bir döneme kadar irfan ehli kişilerce besleniyordu. Edebiyatımızı, dilimizi, mûsıkimizi, mimârîmizi ve diğer tezyini san‘atlarımız besleyen aşkını meşketmiş azîz gönüllü âriflerimiz vardı. Onlar bulundukları mekanları şereflendiriyorlar, en ücra köşelere kadar gidip oraları birer irfan havzası haline getiriyorlardı. Bizim, kültürümüzün şah damarı olan bu irfan havzalarını yeniden ihyâ etmemiz gerekmektedir. Devir, “sınırları genişletme devri” değil “sınırları kaldırma devri”dir. Bu da ancak millî ve manevî kültürümüzün işlenerek evrensel bir değer hâline getirilmesiyle mümkündür.

Bu çerçevede zihnimizi senelerden beri meşgul eden kültür havzalarıyla ilgili çalışmalarımız kapsamında, bu sefer de Manisalı Kenzî'yi incelemeye çalıştık: Özellikle ilâhîleri ve bestekârlığıyla ünlenen fakat tarih içinde adı –tıpkı mezarı gibi- silinip kaybolup giden Kenzî’yi…

Kenzî Hasan Efendi, XVII-XVIII. asırlar arasında yaşayan mutasavvıf şair ve bestekârlarımızdandır. Bünyamin-i Ayaşî’nin gönüller imâr ettiği Ankara’nın şirin ilçesi Ayaş'ta doğmuştur. Türbenin hemen bitişiğinde olan evlerinde büyüklerinden büyük ârifin hatıralarını dinlemiş, kulağı “Noldu bu gönlüm noldu bu gönlüm/ Derd ü gam ile doldu bu gönlüm” ilahisini daha çocuk yaşlarda duymuştur. Gençliğinde tahsil sebebiyle İstanbul'a gelen Kenzî, bir sevk-i ilâhî ile Halvetî/Sünbülî bahçesine girerek Şeyh Alâeddîn Efendi’nin damıttığı Muhammedî sırlarla kemâle ermiştir. Sülûkunu tamamladıktan sonra hilâfetle gönderildiği Manisa'da hayatını sürdüren Hasan Kenzî, 1715 senesinde burada vefat etmiştir.

“Mutasavvıf Şair Bestekâr-MANİSALI KENZÎ HASAN EFENDİ-Hayatı ve Şiirleri” adıyla neşre hazırladığımız bu çalışmada bir aşk ve gönül ehlinin Ayaş'ta başlayıp İstanbul ve Manisa'da devam eden hayatı mevcut kaynaklardaki bilgilerden hareketle ortaya konulmuştur. Zaman içinde bu bilgilere yeni ilaveler olacaktır diye ümit ediyorum.

Kenzî hakkında 2005 senesinde bir küçük risâle neşretmiş idik. Bu eserin üzerinden uzun bir zaman geçti. Mezkûr risâlede şeyhin hayatı ve vakfiyesi dışında bilhassa Elmalı -şimdi Konya Bölge Yazmalar- Kütüphanesinde (bk. Nu: 43) bulunan bir mecmûadaki şiirleri gündeme getirmiştik. Bu tarihten günümüze gelinceye kadar yaptığımız çalışmalarda Kenzî’nin evvela kayıp dîvânçesi ortaya çıktı. . Buna ilaveten Milli Kütüphane yazmaları içinde bulunan bir Mecmûa içinde mutasavvıfın yeni ilâhîleri bulundu. Araştırmalarımız diğer mecmûalardaki şiirlerle devam etti ve sonuçta eser tekmîl edilerek son şeklini almış oldu.

Eserin birinci baskısındaki “Kenzî'nin kaynaklarda adı geçen dîvânçesi ve bestelenmiş eserlerine ait notaların bulunması en büyük dileğimizdir.” şeklindeki temennimizden bir kısmı gerçekleşmiş oldu. Temennimiz Kenzî’nin bestelerinin de bir bütün olarak ortaya çıkması ve tabiatıyla güftelerinin yeni bestelerle zenginleşmesidir. Önceki neşrimizde Kenzî’nin 20 kadar nutkunu bulabilmiştik. Elinizdeki baskısında ise dîvânçedeki şiir sayısı 106’ya yükselmiştir. Yukarıda dediğimiz gibi bu sayı mecmûalara gidildikçe değişecektir.

Kenzî Hasan Efendi’nin şiirleri büyük çoğunluğu aruzla, bir kısmı da hece ile yazılmış ilâhî ve na‘tlardan oluşmaktadır. Bunlardan aruzlu olanları belirttik diğer manzumeler muhtelemelen heceyle yazılmış veya söylenmişlerdir. Eserde şairin şu kadar koşması, şu kadar gazeli veya murabbası vardır şeklinde tür ve şekille ilgili ayrıntılı bilgi vermeyi gerek görmediğimizi baştan belirtelim. Bu bilgiler aşk ve irfan ehlini sıkacaktır. Umumi okuyucu için bunlara gerek yoktur. İrfan ehli bağın çitiyle uğraşmaz ve uğraştırmaz; arkadan gelen yolculara bağın içi yani meyvesi gereklidir. Daha açık bir ifadeyle divançedeki şiirlerin tür ve şekil bilgisiyle ilgili konuları edebiyat tarihçileri ayrıca incelesinler deyip geçiyoruz.

Burada yeri gelmişken eserin imlâsıyla ilgili şu hususu belirtmekte yarar görüyoruz:
Malumdur ki Ege Bölgemizde, özellikle Denizli, Muğla, Aydın ve Manisa çevresinde “–e” ve “–i” eklerinin yer değiştirmesiyle meydana gelen bir ağız özelliği vardır. Bu ağız özelliği Kenzî’nin şiirlerinde de görünmektedir. Kendisi Ayaş bilahire İstanbul’da yetişip yaşadığına göre divânçedeki bu şive özelliği kendisinden değil müstensihlerden kaynaklanmaktadır. Onun bazı beyitlerinde akuzatif (-i) yani belirtme ve datif (-a) durum ekleri yer değiştirmektedir. Günümüzde Ege Bölgesinde Türkmen menşeli beldelerde günlük hayatta kullanılmaya devam edilen bu ağız özelliği, Kenzî’nin şiirlerinde dikkati çekecek kadar çoktur. Mesela onun:

“Duâmıza kabûl eyleye Hudâ” dediği mısra “Duâmızı kabûl eyleye Hudâ” şeklindedir. Yine, “Zikreder Mevlâ’ya dâim gayrıya yâd eylemez” mısraı “Zikreder Mevlâ’yı dâim gayrıya yâd eylemez” şeklinde olacaktır. Nitekim biz bu ağız özelliklerini bugün olması gereken biçimiyle metne aldık. Bu özellik şiirlerin pek çok mısraında görülmektedir. Biz bunları geçtikleri yerlerde tek tek gösterme yoluna gitmedik. Burada sadece işaret etmekle yetiniyoruz. Sonuçta Kenzî’nin şiirleri bu ağız özelliğiyle de önem taşımaktadır.

Şu bir gerçektir ki Hz. Peygamber sevgisiyle dolu olan gönlü, Kenzî'yi daha ziyâde na‘t yazmaya ve bestelemeye yöneltmiştir. Şeyh Hazretleri içindeki Resûllah aşkıyla Hakk’a kavuşma arzusunu geleneğin kendine sunduğu imkânlarla şiire dökmüş gönül ehli bir şairdir. O, bir mutasavvıf şair olarak Yûnus Emre damarından beslenmektedir. İstanbul gibi Müslüman Türk coğrafyasının merkezi konumunda olan bir beldede yetişmesinin tesiriyle Kenzî, kendinden önce gelen tekke muhitlerinin ortak sesi olan pek çok mutasavvıfın nutk-ı şeriflerinden haberdârdır. Bu meyanda o hiç şüphesiz Yûnus Emre’den, Hacı Bayram-ı Velî, Eşrefoğlu, Şemseddîn-i Sivasî, Abdülahad Nûrî, Nakşî-i Akkirmanî, Niyâzî-i Mısrî gibi azizlerden aşkın, arayışın ve vahdet sırrının sesini duymuş ve onların üslûbundan beslenmiştir. Mâlûmdur ki bu aşk ve irfan geleneği seyr ü sülûk ile hakikati tecrübe eden kişiler yetiştirmiştir. Kenzî de Yûnus Emre ile billurlaşan ortak üslûbu geleneğin kendisine sunduğu imkanlarla yani kabiliyetiyle kelâma ve kaleme dönüştürmüştür. Bu sebepledir ki eserde okuyacağınız ilâhîlerde Yûnus ve Niyâzî kokusunu duymamak mümkün değildir. O Türkçe’yi ilâhileştiren bu kadîm sesi, muhakkak ki önce Ayaş’ta sonra da İstanbul’da, Koca Mustafa Paşa âsitânesinde iştirâk ettiği zikir meclisleri sırasında meşkedip duydu.

Nitekim “Zikir meclislerine uğrarsanız ıtırlarından koklayınız” diye işaret buyrulan meclislerde bulunan kişilerin gözleri ağlamayı, gönülleri yanmayı öğrenmiş, göğüsleri hakikat  menbaı olmuştur.

Aziz okuyucularımızın bilmesi gereken konulardan birisi de Kenzî Hazretleri’nin vakfiyesidir. Evet şeyhin evlâdiyelik vakfiyesi elimizdedir. Fakat bu vakfiyede vakfedilen değerlerden hiçbiri elimizde değildir. İmdi söz konusu vakfiye 5 Recep 1122/30.08.1710 tarihinde Hasan Kenzî tarafından tanzîm ve tescîl edilmiştir. Aslının bir nüshası Kenzî’nin torunlarından Erol Akkıvılcım’ın elinde ve bir diğeri de Manisa Müzesi Kütüphanesi, Manisa Şer'iyye Sicilleri, Defter Nu: 175/4-7’de kayıtlıdır. Erol Akkıvılcım Bey büyük dedesine ait söz konusu vakfiyenin bir kopyasını seneler önce fakire takdim etmişti. Mezkûr emânetler eserin ilerleyen sayfalarında değerlendirilmiştir. Bu vakfiye bizden önce Necdet Okumuş tarafından ciddi bir makalede değerlendirilmiştir . Kenzî’nin vakfiyesi eserin sonunda tam metin olarak ayrıca verilecektir. Bu vesile ile sayın Akkıvılcım ve Okumuşa teşekkür ederim.

Bu eserde rahmetle anacağım bir kişi de mûsıkî tarihimizin büyük üstâdlarından olan Dr. Nazmi Özalp (ö. 10 Haziran 2006/Ankara) ağabeydir. Bu çalışmada doğrusu onun teşviki ve katkıları büyüktür. Eserin sonunda vereceğimiz bestelerin notalarını arşivinden bulup beş tanesini yeniden yazarak fakire veren Nazmi Özalp’e Cenâb-ı Hak’tan rahmetler niyâz ederim.

Şimdi son bir temennimiz de Kenzî’nin vakfına ait olan tekkesi ve mezarına ait olacaktır.
Şu anda şeyhin –tanzim ettiği vakfiyyede bahsi geçen- mirâsından ve kabrinden bir eser kalmamıştır. Bunun sebebi, yakın dönemdeki mâlûm yanlış uygulamalardır.

Manisa’nın merkezinde mutasavvıfımızın kendi adıyla “Kenzî Caddesi” olarak anılan yolun “Ayn Alî”ye yakın noktasında iki yol arasındaki refüjde veya Batı cânibindeki kaldırımda kalan mezarın şu anda yeri bile belli değildir. Kezâ Şeyhin tekkesinin yerinin de yeniden tesbit edilmesi gerekmektedir. Şimdi Manisa Büyük Şehir Belediyesi’nin yahut Yunus Emre Belediyesi’nin veya Manisa Valiliği’nin yapması gereken şey, tekkenin ve mezarın yerini tam olarak tesbit ettirip bu büyük mutasavvıf, şair ve bestekârın vakfiyesindeki temennilerine uygun hareketle, istimlâk çalışmaları başlatması ve mekanı aslına uygun bir şekilde yeniden tanzim ve inşâ etmesidir.

Kenzî’nin vakfı evlâdiyelik bir vakıftır, soyundan biri gelmediyse tekkenin ehil bir gönül adamı tarafından işletilmesi uygun görülmüştür. Öyleyse bu mekan günümüzde de tamamen amacına uygun olarak yaşatılmalıdır. Bilindiği üzere amacına uygun yaşatılmayan vakıflar o mülk üzerinde hak sahibi olduğunu sananların başlarına “belâ!” olmuştur. Manisa’nın yetki makamındaki zevat, bu alanı istimlâk edip hatayı düzeltmelidir. Mezar yolda kaldıysa –ki öyle anlaşılıyor- Hazret’in rûhaniyetinden özür dileyip o mekana uygun bir üslupla bir şâhide konulabilir.

Manisa’daki yetki makamlarına düşen vazifelerden birisi de Itrî veya Dede Efendi gibi mûsıkimizin dehalarından olan bu zâtın adına yeni beste yarışmaları yapmak olmalıdır. Bunlar bizim milletimiz adına birkaç kalemlik temennilerimizdir. Takdir yetki makamınındır.

Bu kısa dibacemizden sonra elinizdeki mütevazı çalışmanın başta tasavvuf tarihi olmak üzere Ankara/Ayaş, İstanbul, Manisa kültürüyle ilgili araştırma yapanlara, aşk ve irfan ehline katkı sağlaması en büyük dileğimizdir.

Bu büyük ârif ve bestekâr şüphesiz önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacaktır.

Bu yazı 908 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum