içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Hepimiz yolcuyuz

 Hepimiz yolcuyuz. Yolcu ne zaman şad olur? Sevgilisinin yanında. Bir sevgili bulur da, gönlünü onda dinlendirirse şad olur. O yoksa rüzgar gibi geçip gider de işin bitiverir. Biz bu dünyaya insan güzelini bulmaya geldik. O aynada kendimizi seyretmeye geldik. Onun için sen Akşemseddin olursan, Hacı Bayram bulursun. Sen Yunus olursan, Taptuk Emre bulursun. Hem de daniskasını bulursun. Çünkü her devrin Taptuk’u, her devrin Somuncu Babası, Mevlana’sı;  bir önceki Mevlana’dan, Somuncu Baba’dan manen değil amma ilmen daha büyüktür. 

“Ah veyleta!” ah ne yazık!. Demek ki, kederden kurtuluşun imkanı yok.

Şimdi sadede gelecek olursak;

Erişmedi dosta elim

Rahman’a varmadı yolum

Çıkmadı başa menzilim

Ah gurbeta vah gurbeta

Asrın sahibi, rahmaniyet makamındadır. “Bana Rahman’ın kokusu Yemen’den geliyor.” der mübarek. Kutbiyet makamı, mürşid-i hakikinin olduğu yer.

Menzili başa çıkmak; sureti insanın sireti insanla tanışması. Manevi makamları tekmil edip, kendimizi hazret-i insana dönüştürmek. İnsan haline gelmek.

Gayemiz bu olmalı.

Dosta eli ermez, Rahman’a yolu varmaz, menzili en başa çıkmaz ise, çıkmaz sokaklarda dolaşırsa gurbettedir. İnsanların işi ne kadar zor! Bir şey sevdiriliyor, onunla ömrünü tamamlıyor insan. Falan futbol takımı, feşmekan siyasi örgüt, falanca cemaat, koş babam koş. Neresinde hürriyet var bunun?

Kabe’nin Beytullah olması ve o dönüşümü gerçekleştirmek ne kadar zor. Her yerin put olmuş da neresinden tutarsan tut Kabe elinde kalıyor.  Bir türlü Beytullah olmayı başaramıyoruz.

Peki ne yapmalıyız?

Öyleyse Mekke’nin fethine çıkacağız tekrar. Medine’ye göçmemişiz, bir aşk medeniyeti kuramamışız ki, Mekke’ye tekrar gidelim. Şimdi gidenleri görüyorsunuz. Medine’ye varamadım, Çin malları alamadım.

O zaman gurbetten kurtulamazsın. Gurbet ne? Sahibinden, aslından ayrı kaldığın her an gurbettesin. ‘’Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde.’’ diyor ya zat-ı muhterem. Garipsin diyor.

İki türlü garip vardır; bir sahibinden, dostundan ayrı kaldığın gariplik. Çoğumuz öyleyiz. Bir de aslına ulaşır, dostuna ulaşır, herkes onu anlayamaz. Yunus öyle gariplerden. ‘’Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar.’’ Kimsesiz değil. Hak’ta olanın kimsesi mi olur? Çoğul bitti, tekil kaldı.

Hak’ta olmayan gurbette, garip. Hak’ta olan garip, gurbette değil.

“Ah gurbeta vah gurbeta.”

Hak’tan ayrı vehminden dolayı garip. O zaman şimdi sözünü tutacağız. Onun çektiğini, ‘’Bir dost bulamadım, gün akşam oldu.’’ diyen de çekmiş. ‘’Dost dost diye nicesine sarıldım.’’ diyen de çekmiş.

Ruhu şad olsun, büyük zattı Aşık Veysel. Gerçi o, kara toprakla sınırlandırıyor ama onun ötesi var..Hak’ta olanın toprakla işi yok. Ama o noktaya kadar götürmüş.

Durmak yok, yola devam. Varıncaya kadar, menzilimiz tamamlanıncaya kadar. Kuran’daki emmare, levvame, mülheme, mutmainne, radiyet’en mardiyye makamları tamamlanıncaya kadar durmak yok. Bu da ancak insan kılavuzluğunda olur. Resulullah Efendimiz, gidin Allah’a benden selam söyleyin demedi. ‘’Sizden biriniz her şeyden çok beni sevmedikçe, gerçek mümin olamaz.’’ dedi.

Her gördüğünü Hızır bileceksin! Sus! İstifade edersin. Tenkit etmektense, tahlil etmekte, sükut etmekte fayda vardır. Hiç karışmayacaksın kimseye. Öyle insanlar vardır ki, dinsiz zannedersin. Melami güllerinden çıkar.

Ablamın eczanesine Halil İbrahim diye bir zat gelir giderdi. Rıfaiye’den yetişmiş, kırklar meclisinden bir zat. Babam açığa çıkarıverdiydi de böyle dik dik baktıydı ‘’Ne açığa çıkarıyorsun?’’ diye. Kedi, köpek, onların yalağında takır takır yiyip geçiyor. Cam bardağı takır takır un ufak ediyor diliyle, dişiyle. Ruhu şad olsun. Örtmüş kendini.

Melamet hırkası, hırkasızlık makamıdır. Melamet hırkası deyince böyle bir şey aklınıza gelmesin. Onlar çıplaktır.

Karım durur derd ile gam

Gitmez başımdan hiç elem

Gülden cüda bir bülbüle

Ah fırkata vah fırkata

Gül deyince daima Hazret-i sırr-ı Muhammedi gelsin aklınıza. Gül nedir? Gül Muhammed teridir, bülbül anın yâridir.

Gül, yaprak yaprak ya, bu varlık bir tek nurun, gülün yaprakları gibi açılmasından ibarettir. Bir tek o nur/ hakikat-i nur-u Muhammedi açıla açıla sende böyle, onda böyle… Bunu bir algıladı mı gönül yolu kolayladın demektir.

“Her baktığım dost yüzü/ Ondan ayırmam gözü/ Gitmez dilimden sözü/ Çağırıram dost dost.” Algılama önemli. Senin yaprağında şöyle görünüyor, onun yaprağında öyle. Kimi kırmızı, kimisi pembe, kimisi mor, kimisi bu.

Varlığın hakikati, kalbe gönül gibi girer, sessiz sesiz. Bir gülün kokusu gibi girer. Şarkılar ne kadar güzel. Bu hassasiyete ulaşmış nasıl ulaşmış bir bakıverin hele. Türkçe’nin gücü çıkıyor ortaya.

“Gülden cüda bir bülbülem’’ Hakikati kavrayamıyorum. Neden kavrayamıyorum? Mesafe uzun, kapatmam lazım bu mesafeyi. Kapatmanın tek yolu, la ilahe illallah Muhammeden Resulullah, la ilahe illallah Muhammeden Resulullah!.

Mecnun gibi ah edeyim, Ferhat gibi vah edeyim.  Aşıkların en büyük alameti ‘ah ve vah’tır. Ah da vah da aynı kelimedir aslında. Arapçaya vakıf olanlar bilirler. Harf-i illet diye bir şey var (elif, vav, ye). Elif, vav’a dönüşür. Vav, elife dönüşür. İllet, hastalık demek. Şu şuna dönüşür, bu buna dönüşür. Bir de dönüşmeyen harfler vardır. Onlar salem, kurtulmuştur. İşte bu harf kelimesinin tersi vah, vah kelimesinin tersi ah’tır. Burdaki v nerden geldi? Harf-i illetten geldi. Bir de ah kelimesi ters döndüğünde ‘hu’ya dönüşür arkadaşlar. Onun için ‘ah’ diyen aslında Allah demiştir. Allah kelimesinin baştaki hemzesi gidince lillehu, lillehu’nun lamı giderse lehu, son lam gidince de hu kalır geriye.

Onun için Arap gramercileri; “‘hu’ kelimesi Cenab-ı Hakk’ın zati ismi de hu’dur. Bu kelime parçalanmaz bir bütündür” derler.  İşte Mecnun ah eder ama işin iç yüzünde bu ah şeklen feryattır, figandır. Hakikaten zikr-i daimidir. Daha öteye götürelim, en büyük zikirdir. En büyük zikir, ahadiyet’ül ayn’ın zikridir. Cenab-ı Hakk’ın zatının zıttıdır.

Demek ki, aslında Mecnun veya Ferhat, Leyladan, Şirin’den geçe geçe, varlıkta ahadiyet’ül aynı zikrediyor. Ama bunun sebebi firkat gibi görünüyor. Halbuki bende veya sende olunca ben, ayrılık olur. Onda olunca ayrılık olmaz.

“Ne o, bu olur, ne bu olur ol/ Hakikatte budur vahdetteki yol.’’ Bende ve sende ten vardır. Ayrılık olur. Ama O’nda ayrılık olmaz. Onun için, Mecnun’un sonu Leyla’dır. Ferhat’ın sonu Şirin’dir. Veleddalin. Amin.

 

Bu yazı 623 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum