içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Bu Yol Bizi Vahdet-i Vücûda Götürür

Biz Vahdet-i vücûdu bulmak için, vahdeti yaşamak için yola çıktık. Hedefimiz vahdet-i vücûdun idrâkidir. Oraya gidiyoruz. 

Fakat şunu iyi bilelim ki; vahdet idrâki Hakk’ın sıfatı (mürşid-i kâmil) yüzündendir hâ! Bu makamda evvela ilme’l-yakîn bilgilere sahip oluruz. Biraz gittikten sonra, ilme’l-yakînde ihtisâs yapıp kemâl bulduk mu ayne’l-yakîne ulaşır, biraz da o makamda oyalanır, görerek Hakk’ı mütaleada. bulunuruz. Oradaki ihtisasımız tamamlanınca üçüncü merhalede hakke’l-yakînde doğarız. Orası Hak ile Hak olduğumuz yerdir. Bu makama “olma makamı” derler. Biz bu makamı yaşamaya müsaitiz. Biz Hak ile Hak olmaya müsaitiz. Ne demişti Rabbimiz:

“Ben vardım, benden başka hiçbir şey yoktu.”

“Ben kendimden bir nur ayırdım. Benim ilk yarattığım o nurdur. O nurun adına Nûr-ı Muhammed dedim. O nûrdan da bu varlığı yarattım. Bu nûrun adına “Tafsilat-ı Muhammed” dedim. 

Ben Bu Yolu Bilmez İdim Yahut Arayan Bulur.

Aradığım günlerin birinde ağladım, ağladım, ağladım. Hiçbir yere sığamaz oldum. Kendi kendime “Ya Rabbi!” dedim. Mürşid diyorsun, ben de mürşid istiyorum. Kur’an’da Musa’yı Hızır’a git diyorsun. Evliyâ enbiyanın veresesidir diyorsun. Dünya’da bu vereselerim yaşıyor, böyle kullarım var diyorsun. Eeee bunlar bu âlemde yaşıyorlarsa bunları bana neden buldurmuyorsun. İşte kapına geldim. Senden yardım dileniyorum Yâ Rabbi! Resûlün Muhammed bile gideceği yere Cebrâilsiz varamadı, aradığını bulamadı. Rehbersiz olmaz dedin, senden gerçek bir rehber istiyorum Ya Rabbi! Böyle bir insan-ı kâmil, böyle bir rehber-i hakiki varsa bana göster. Ben onun izinde kemâle ulaşayım, ben onun izinden sana geleyim. Ben böyle sana yalvarıp dururken, kapına gelmişken, canla başla seni isterken beni geri çevirmezsin biliyorum! Bazı kullarımı, “Hak yüzünden görünür de aldatırım.” diyorsun. Veyahut “aldatan sizi Allah ile aldatmasın!'' diyorsun. Gerçi Ya Rabbi aldanan aldanmaya layıktır. Ben aldananlardan olmayayım yâ Rabbi. Böyle de Celal tecellîlerin var Ya Rabbi. Ben sana vâsıl olmak isteyen bir kulunum ve bu âlemde yaşarken sana ermek istiyorum. Lutf et Ya Rabbi…İlâahir…

Bir yandan böyle söyleniyorum, sorup sorguluyorum, bir yandan ağlayıp sızlayıp yalvarıyorum. 

Şimdi namaz, niyaz derken nâz durumuna geçti gönlüm. Artık “istediğimi ver Ya Rab!” diye yalvarıyorum gece gündüz.   

Neyse bir gece böyle naz ede ede yatsı namazından sonra hâneye geldim.

Bir yandan ağlıyorum bir yandan da “Sen beni böyle bir kıymette yaratmışken, kendini bana bildirmez, bir rehber-i hakikî buldurmazsan mesuliyet kabul etmem Ya Rabbi. İşte huzûruna geldim.” diye iki rekat şükren lillah istihare eda ettim. Seccade gözyaşlarımla ıslandı. Dimağımın yorgunluğundan sızım kaymışım. Şöyle bir mâna tecellî etti:

Asfalt bir yolda önümde bir insan gidiyor. Sırtı bana dönük, benim yönüm ona doğru olduğu halde aynı yolda gidiyoruz. Aramızda aşağı yukarı iki yüz metre kadar mesafe var. Yürüyorum, yürüyorum, bir türlü o mesafeyi kapatamıyorum. Fakat bana “gel!” demiş, “beni takip et!” demiş. Ben de emrine uyarak ona doğru gidiyorum. Gide, gide gide bir şehire girdik. Orada bir eve vardı, kapısını açtı. İçeri girdi. Salonun lambasını yaktı. Arada mesafe olduğu halde ben içeriyi görebiliyordum. Yaklaşıyorum, yaklaşıyorum, yaklaşıyorum, kapının ağzına vardığımda bu, oda kapısından karşı duvara geçti. Boynundaki beyaz atkıyı çıkardı. Duvara asarken ben kapıya geldim. O sırada içerden bir fino köpek hırlayıp bana hücum etti. O zat köpeğin sesini duyunca döndü, o sırada yüzünü de görüyorum.- köpeğe bir işarette bulundu. Eliyle “sus!” dedi köpeğe. Köpek pusup oturdu. Sanki ben onun sahibiymişim gibi muamele yapmaya başladı köpek. Sonra o zat:

“Gel oğlum! Ben Halvetîyim, sen dahi Halvetîsin!” dedi. Bu sözle aradığımı buldum elhamdülillah. Mânâ bu kadar.

Devresi gün oldu.

Bu zatı bilmiyorum ben. Kimdir, görsem tanımıyorum. Tabii buralarını muhtasar geçiyorum şimdi. Bu mânânın daha tafsilatı var. 

Kadiriyye’den yetişmiş tanıdığım bir zat var idi. Bana istihare önerip usul tarif eden o idi. Gök kubbenin altında neleri vardır Allah’ın. Bu zat Kadiriyye’den yetişmiş veliyullahtan biri imiş. Mübarek. Öyle ki mükemmel bir insan tarif ediyor. Bulacağın kişinin kâmil-i mükemmil olmasından bahsediyor. Ben bu Hak dostunun târifi üzere istihareye müracaat ettim. Mânâ tecellî ettiği günün ertesi gördü. 

“Ne oldu istihare diye sordu?”

Allah’ın yardımı gelince her şey denk geli geliverir.  

“Böyle böyle oldu.” dedim. 

“Ali Ağa camisine git. Bir akşam namazı kıl. Bakalım manada gördüğün zat, oradaki zat mı? Dedi. 

Bu sefer babam takaza etmeye başladı:

“Ne idüğü belirsiz bir insana gittin de bilmem ne de…”

“Baba” dedim:

“Deme böyle. Çok pişman olursun, çok utanırsın Allah’tan. Hakaret etme mübâreğe.” deyip alttan aldım. 

Eee, çok eski dervîş babam. Adap görmüş bir kişi. Düşünmüş taşınmış. 

“Yahu bizim Cemâleddîn bu kadar ısrar ediyorsa bunda da vardır bir hikmet.” deyip eve gelip odaya kapanıyor. 

“Ya Rabbi! Oğlum eskiden sözüme bakardı, şimdi bakmıyor. Nedir bunun hikmeti Ya Rabbi. Yetmiş bin tevhîd her kapının anahtarı dedi. Şimdi senin rızâ-yı şerifin için yetmiş bin tevhîd okuyacağım. Onun hürmetine şu Yakupzâde denilen oğlumun mülakî olduğu kişi kimdir, nedir, mânâda bir vazifesi var mı yok mu, mânâ âlemindeki durumu nedir?” deyip istihare yapıyor. Bir gusul alıp hiç ara vermeden çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor. İllâ sonuç alacak. Evden çıkmıyor. İlla o hatmi bitirecek. Öyleydi Babam. Ciddi cehd ederdi. 

Tevhîd hatmi -yetmiş bin tevhîd- tamamlanmak üzereyken o gecenin sabahı ezana yarım saat kala karşısına halde, yani aleni Hz. Resûlullah Efendimizle Yakup Baba yanyana dikiliveriyor.

Hz. Peygamber Yakup Baba’nın yüzüne tebessümle bakıyor ve arkasını sıvazlıyor. 

“Vaaay! Ben ne yaptım böyle! Bazıları gibi ben de senin arkandan kötü söz söyledim, sana bühtan ettim. Yalınayak başı kabak o saatte ağlaya ağlaya sabah namazına gidiyor? Ali Ağa camiinde namazdan sonra baş başa kalıyorlar. Babam Azizime soruyor:

“Yetimlerin babası kim?” diyor.

“Resûlullah Efendimiz!” diyor benim mürşidim.

Devam ediyor babam.

“Sultanım yirmi beş senedir manevî babamı kaybettim. O gün bugün ararım. Şu anda beni hemen teslîm almazsan huzur-ı Hak’ta hakkında davacıyım!” Mübarek bu sözleri duyunca ağlamaya başlıyor. 

“Gel oğlum, gel Ahmed Çavuşum gel! Ben de senin gibi geleni bekliyordum.” Deyip hemen orada bey‘at veriyor. 

İş budur. 

Şimdi tabiki kılavuzun mürşid-i kâmil olursa, esmâ, ef‘âl, sıfât ve zât tevhîdini onun yüzünden yaşadıysan, aradığını bulduysan, yerişmişsin, sonun garanti demektir vesselâm.

Ne demiştik:

Hak yüzü insân yüzünden görünür

Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş

Kesret-i emvâca bakma cümlesi bir deryâdır 

Dışı sahrây-ı kesret içi ummân-ı vahdet. 

 

Bu yazı 430 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum