-
MUSTAFA TATCI
Tarih: 04-08-2024 23:56:00
Güncelleme: 04-08-2024 23:56:00
Efendim hayırlar feth olsun. Hepinizi muhabbetle selamlarım. Şimdi bir hususu düzelterek söze başlayalım. Tarihimizde 13. asır daima olumsuzluklarla anılmaktadır. İşin aslına bakarsanız bütün zaman ve mekânlar Cenâb-ı Hakk’ın celâl ve cemâline sahne olagelmiştir. Mevcûdât, onun celâl ve cemâlini iç içe koyduğu vitrinidir. Biz içinde yaşadığımız hali idrâk edemediğimiz için Yûnus asrını olumsuzluklarla değerlendiriyoruz. İşin aslı öyle değil. Bugüne bakalım, bir taraftan savaşlar, yangınlar, depremler, seller, açlık ve kıtlık, diğer taraftan bolluk, bereket yahut israf da devam edip durmuyor mu?
Bir lokma ekmeğini bölüşenler, mürüvvetsiz beylerin adaletsizleri iki zıt tecellî olarak dün de vardı bugün de var. Hayat artısı ve eksisiyle devam edip durmaktadır. Dolayısıyla bu varlık ilâhî bir siyaset sahnesidir ki burada cemâl ve celâl daima çatışacak ve fakat cemâl daima galip gelecektir. Hak âriflerine düşen, bu çatışmanın üzerine yani yangına körükle gitmek değil, atan el ile tutan elin bir el olduğunu bilmek ve “ârif O’nu seyreler” hükmünce Hakk’ın güzel işlerini seyretmek, O’nun güzel işlerine vesile olmaktır.
Nitekim 17. asır âriflerinden Niyâzî-i Mısrî Efendi:
Hep celâlin perdesidir küfr ü isyândan murâd
Bahr-ı cûdun katresidir fazl u rahmetden garaz
der.
Biz “Küfür ve isyana sebep olan tecellinin ilâhî celâl olduğunu, bundan cemâl çıkarmamız gerektiğini bilmek durumundayız. Hâsılı, celâl, cemâlin görülmesine perde olur durur. Ârifler o örtüyü kaldırıp içindeki cemâli görürler. Ne zaman? Tabii ki her zaman. Yûnus döneminde de bu böyledir. Bir önceki asır yahut sonraki asırlarda toz duman yok mu? Ne kadar çok. Ama o tozun dumanın arasından yüz gösteren eserlere bakınız. Diyarbekir’den Konya’ya; Erzurum’dan Sivas’a yapılan şu vakıf eserlere bakınız.
Onların pek çoğunun Selçuklu ve Beylikler dönemine ait eserler olduğunu görürüz. Demek ki hayat ve mücadele de bir yandan devam etmiş ve etmektedir. Buradan nereye geleceğim? Yûnus ve Mevlânâ gibi zevâtın bu yangın içinden çıktıklarının, tozun dumanın içinde yetiştikleri düşüncesinin yanlışlığına geleceğim. Cenâb-ı Hak celâlin içinden cemâl ve kemâl zuhûr ettirir. Nitekim hep öyle de olmuştur. Anadolu ve Rumeli erenleri sabrın meyveleridir. Ama onların yetişmelerini coğrafyadaki çileye bağlamak çok da doğru değildir. Kaldı ki çile bütün dönemlerde vardır ve insanın olgunlaşmasının yegane sermayesidir.
Yûnus pek tabii olarak Kur’ân ve Resûlullah izinde yürüyen hâlis ve saf bir Müslüman, tasavvuf yoluyla hakikati gerçekleştirmiş bir muvahhittir. Peki bunları gerçekleştiren başka bir zat yok mudur o dönemde? Vardır tabii. Fakat onun farkı İslâmı ve İslâm irfânını ilk defa ana diliyle, Türkçeyle anlatan kişi olmasındadır.
O, İslâmın derinliğini, irfanî ve ledünnî sırrını ilk kez Oğuz Türkçesiyle anlatan bir ârif-i billah olmakla öncekilerden farklı konuştuğu gibi, sonraki gelenlerin de masdarı oldu. Sonuçta Yûnus Batı Türkçesini edebî bir dil haline getiren bir Türk, sevgiyi ve bilgiyi hayatının gâyesi haline getirmiş bir aşk ve gönül adamıdır. Daha özlü bir ifadeyle söyleyelim: İslâm’ın derinliği, Türkçenin inceliğidir Yûnus. Onun sözleri bu büyük coğrafyanın fethinde anahtar kelimelerden ibarettir.
Anadolu, gözünden Hakk’ın baktığı, dudağından Hakk’ın konuştuğu bu kâmillerle fethedilmiştir. Şu bir hakikattir ki fetih gönülde başlar. Yûnus’un kelamı, ağulu aşı yağ ile bal etmiş ve büyük bir coğrafyada insanları tevhit sancağı altında ve Muhammed (as.) sevgisinde toplamıştır.
*** *** ***
Yûnus Batı’nın anladığı mânâda hümanist değildir. Onun sevgisi insanla sınırlandırılamaz. Hatta insanla birlikte tabiatla da sınırlandırılamaz. Kişinin vahdet ehli olması için “seni seviyorum!” “şunu, bunu seviyorum!” sözünün çok ötesine geçmesi, Allah’ta olması gerekir. Sevgi Allah’a doğru seyredenlerin yani ikilik sahiplerinin işidir. Yûnus vahdet ehlidir. O, sevginin yani aşkın kendisidir. “Biz sevdik âşık olduk, sevildik maşûk olduk” dediği yerde bile ikilik vardır. “Aşk imâmdır bize gönül cemaat/Kıblemiz dost yüzü daimdir salat” beytindeki salât-ı dâimûn ifadesini esas almak gerekir ki ikilik kalksın.
Yûnus hümanizmin çok ötesindedir, sevginin kendisidir. O Hak’tadır vesselâm. Böyle olmakla beraber onu “izm”ler içinde değerlendiren ve bir Türk İslâm hümanisti veya felsefecisi olarak tanıtan kişiler bu görüşlerinde ısrar etmektedir. Bunda bir sakınca olmamakla birlikte öyle düşünenler Yûnus’u sınırlandırdıkları için hareket noktaları doğru değildir. Sonuçta vahdet ehli sen nereden bakarsan kendini oradan gösterir.
Evet, ne yazık ki Yûnus’un hayatı son yetmiş beş sene içinde bazı eli kalem tutanlarca yalan yanlış değerlendirmelerle oraya buraya çekilerek anlatıldı. Bunlar doğru değildir. Eldeki mevcut bilgi ve belgeler alt alta getirilmeli ve yazılanlar ne diyorsa, durum şudur, denmelidir. Bendenizin yaptığı da budur esasen. Fakat bir kısım arkadaş bazı belgeleri görüp diğerlerini görmezlikten gelerek bölge ve belde savaşlarını devam ettirmektedirler ki doğru değildir. Bu deformasyon sadece yaşadığı coğrafyayla da ilgili değildir.
Onun düşünce sistemiyle de alakalı iddialar çarpıtılmaktadır. Yûnus sünnîdir, alevîdir yahut değildir gibi iddialar… Halbuki ehl-i vahdet için bu iddilarda bulunmak ona noksanlık izafe etmektir. Sen Yûnus’u kendine çekeceğine onun makâmına yükselirsen daha doğru düşüncelere ulaşırsın.
Bendeniz Yûnus’la ilgili Külliyat’ımda bu hususları belgeler ışığında değerlendirdim. Yûnus kimdir ortaya koydum. Fakat ortalıkta dolaşan noksan bilgi ve değerlendirmelerin dedikodusuna hiç girmedim. Yûnus, artık insan yetiştirirken güncellenerek sisteme dahil edilmeli, izinden giden iki binden fazla Yûnus takipçisiyle birlikte terbiye sistemimizin içinde olmalıdır. Burada ediplere, felsefecilere, sosyologlara, psikologlara, film ve dizilerle uğraşanlara görev düşmektedir. Benim tavsiyem budur.
Yûnus bir üslûp müessisidir. İlahî terbiye sonucunda manevî tecrübelerini, anadili Batı Türkçesi ile ilk defa dile getiren kişi oldu. Kendinden öncekiler mânâyı hem Farsça ve Arapça konuşup yazarak, hem de mecâzlar kullanarak gizlediler. O, ilk kez kendi evinde, dergâhında, sokağında, çarşı ve pazarlarında konuşulan dil ile hakikati anlattı. Konuşma dilini bir hakikat dili haline getirdi, sıradan kelimelere mânâ elbisesi giydirdi.
Kelimeler onunla semavîleşti, onunla derinleşti. Yûnus “Baba Tapduk mânâsı” dediği, “Senin sözlerin mânâdır bilenlere” dediği bu dili gezdiği büyük coğrafyaya taşıdı. Bizâtihi kendisi “Söyleyeler sözünü devr-i zamân içinde” demişti ki hakikaten öyle oldu ve buyurduğunuz gibi onun dili Anadolu’dan Azerbaycan’a ve Balkanlara, bugün için söylersek bütün insanlığın kulağına değdi. Yûnus’un öncü olduğu bu dil Mısrî Efendi’nin “Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen” buyurduğu gibi onun izine basanlar tarafından el’an geleceğe taşınmaya devam etmektedir. Bugün Yûnus dili deyince sadece yazıya geçirilmiş sözler de anlaşılmamalıdır. Resim, müzik ve sinema da bir dildir.
Günümüzün Yûnusları artık bu deryalarda da yüzmekte ve bu dili çağın bilinciyle donatmaktadırlar. Yûnusça sadece bir dil değil, bir yaşama biçimi, bir davranıştır esasında. Anam ve ninem rahmetli, bahsettiğiniz Yûnus kültürünün canlı birer örneğiydi. Dağlar ile taşlar ile Mevlâ’sını çağıran Yûnus’la, ocağa odun atmadan içinde karınca ve sair böcek varsa yanmasın diye silkeleyen ninemin, sofraya oturmadan evin kedisinin karnını doyuran anamın davranışı arasında bir üslûp benzerliği yok mudur? İşte Yûnus bu milleti daha ziyade kulaktan beslemiştir, fakat onun sözleri kulakta kalmamış gönüle inmiştir.
“Yûnus mektebi” sadece ehlullahın şiir söyleyenlerince devam eden onlarla sınırlı olan bir mektep değildir sizin anlayacağınız. Onun sözleri ilahî olduğu için sacede sözel bir etkiyle sınırlanmamış, davranışlara dönüşmüştür.
Son sözü de Yûnus’a söyletelim:
Gelin hey dertliler gelün bu derdimden siz de alın
Dertli bilir dertli hâlin ya dertsizler bunda n'eyler
Yûnus’un derdinden nasiplenmek dileğiyle aşk u niyâz ederim efendim.
- Vanîzâdelerin Defteri Kapandı
- Cemal Yolu...
- Yunus’un Gönül Bahçesi
- Bu Yol Bizi Vahdet-i Vücûda Götürür
- Yunus Emre’yi Anlamak Demek Hak için sevmek ve Hak için bilmektir
- Gönül Dostu Arar İmiş Bu Alemde
- Yunus İle Çıktık Yola, Yolun Sonu Hakk Ola...
- Kenzî Hasan Efendi ve İki Yol Arasında Kayıp Mezarı
- Hakk’a uzanan yoldur Yunus Emre
- Yunus’u anlamak, ‘Yunus olmak’...
- Yolumuz Tevhid Yolu
- Hepimiz yolcuyuz