içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

BU TERSLİKTE BİR İŞ VAR

Nedendir bilmiyorum ama bu işte bir terslik var.  Başlık mı yanlış oldu yoksa var bir terslik. Neredeyse dünya tersine dönüyor. Dünyanın Güneşin etrafında döndüğünü ilk keşfeden kişi  1800’ lü yıllarda yaşayan gök bilimci Kopernik ama ilk tahmin eden de  milattan önce 350’li yıllarda yaşayan Aristarkos’tur.  Kendi etrafında döndüğünü keşfeden ise 17. Yüzyılda yaşayan Galileo’dur.

Ben de bir tahminde bulunmak istiyorum: Dünya tersine dönüyor. Bu tezimden dolayı bana deli mi derler, Beni alaya mı alırlar bilmiyorum ama bazen hayatın akışında, ortaya  atılan iddialarda ciddi manada terslikler var.

Ben eminim ki Kainatı yaratan Allah cc. O kadar müthiş ince hesaplarla yaratmış, insan aklının ve havsalasının hayrete düşeceği o kadar çok örnek var ki. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi;

‘’Bir alem ki gökler boru içinde

Akıl olmazların zoru içinde

Üst üste sorular soru içinde’’

Gerçekten Yüce Allah’ın yaratma kudreti, yaratılmışların ve yaratılış biçimlerinin karmaşıklığı ve çokluğu karşısında aciz olan insanoğlu çoğu zaman ne idüğüne, boyuna posuna bakmadan haddi aşabiliyor. İnsanoğlu yaratışdaki bu azameti anlayıp buna uygun yaşamak, kanunlarını, dünyadaki plan ve programlarını buna uygun yapmak yerine kendince ‘’dümen yapmaya ‘’ çalışıyor. Sonra yaptığı bu planları da önce kendisi ihlal ve iğfal ediyor. İşte terslikler de buradan başlıyor. İşler Allah’ın planına uygun yapılmadığı için de kendini bir şey zanneden insanoğlu başlıyor ahkam kesip yargı dağıtmaya…

Demokrasi, hukuk, insan hakları, BM, Eşitlik, kardeşlik, özgürlük, birlik, beraberlik, ortak akıl, istişare vs.vs.vs. Bu etiketleri her kaldırışınızda altından başka etiketler çıkyor. Tıpkı outlet mağazalarındaki ürünlerin etiketleri gibi. Neredeyse artık bu kavramlar her kullanıldığında tam tersini düşünmek kaçınılmaz hale geldi. Hani bazı kişisel gelişimcilerin dediği gibi: ‘’ İnsanlar konuşurken söylediklerine değil de gizlediklerine dikkat etmek’’ kaçınılmaz bir hale geliyor.

Eğer birisi demokrasiden bahsediyorsa;  demokrasi adı altında kendi fikirlerini dayatacağını, fikir ve düşünce özgürlüğünden sadece kendi düşüncelerinin doğru olduğu konusunda hiç de demokratik olmayan davranışlar sergileyeceğini anlamak zorunda kalıyoruz. İnsan haklarından bahsedenlerin kendisi gibi düşünmeyenleri insan yerine bile koymadığını görüyor ve anlıyoruz. Eğer öyle olmasaydı bugün dünyanın gözü önünde hergün yüzlerce insan katliama, zulme ve insanlık dışı muameleye tabi tutulmazdı.

Birleşmiş Milletler diye bir kurum olsaydı insanlığın ortak değerleri  dünyaya hakim olur hiçbir millet yok sayılmazdı. Hiçbir millet (İsrail) de birleşmiş milletleri yok sayamazdı .

Kardeşlik diye diye bölücülük ve teröristlik yapılamazdı. Neredeyse tüm  teröristler yukarıda saydığımız kavramlar yanında en çok da ‘’ Halkların kardeşliği’’ diye diye anne karnındaki bebekleri, ve büyük küçük, kadın erkek demeden insanlığı öldürmeye devam ediyor.

Birlikten beraberlikten bahsedenler farkında olarak ya da olmayarak toplumu ayrıştırmaya devam ediyor.

Herkes istiyor ki benim fikrim, benim adım ve şahsım etrafında birlik ve beraberlik olsun. Halbuki bizim inancımızda, tasavvuf anlayışımızda  Vahdet-i Vücut diye bir şey var. Fena fillah diye bir kavram var. Yani kendinden vaz geçmeden, içindeki ‘’ben’’i, egoyu öldürmeden, yok etmeden birlik ‘’vahdet’’ olmaz. Bu tasavvufi  anlamda da, sosyal anlamda da böyledir.  Herkes’ ben’ derse  yüzlerce binlerce ‘ben’ler oluşur.  Biz diye. Birlik, beraberlik diye bir şey oluşmaz. Vahdet (birlik) olabilmesi için kesreti (Çokluğu) oluşturanların kendi egolarından vaz geçmeleri gerekmektedir. Birlik ve beraberlik söylemlerinin arkasında gizlenen egolardan, benlerden kurtulmadan söylemlerinizin etkisi olmaz.

Bazen tevazu arzedenierin yüzünde gizlemeye çalıştığı kibir bas bas bağırır. Artık normal olan ego bile çok gerilerde kalmıştır. Neredeyse firavunvari bir duruş oluşur arka planda.  Artık kibir bile küçük kalır. Arka plandaki büyüklük hissi neredeyse ‘’ alçak dağları kim yarattı’’ diyecek noktaya gelir maazallah.

Aslında işin başına dönsek, hem dini kaynaklara hem modern bilime dönüp bir baksak…Bir de yine her iki açıdan, yani dini ve modern bilim açısından işin sonuna baksak…

Dini inancımıza göre insanoğlu cennette  Allahın emriyle melekler tarafından toprak ve sudan karılarak çamurdan şekil verildi. Ateşte pişirildi ve Allah cc nun kendi nefesinden üflenerek ruh ,can verildi. Yani bir avuç toprak ve birkaç damla su…Devamında dünya hayatı-ölüm-hesap (mizan),  ödül –ceza, cennet- cehennem.

Modern bilim açısından baktığımızda da durum malum. Babadan gelen ve mikroskopla anca görülebilen milyonlarca spermden seçilen  bir tek sperm ve yine anne rahmindeki  bir yumurta hücresinin buluşması sonucu meydana gelen biyolojik süreç…doğum- yaşam- ölüm ve aslımıza dönüş…. Toprak….

Allah’ın ve yarattıklarının azamati karşısında hangi nispetteyiz ki hala ben diyelim? Boy mu, kilo mu, özgül ağırlık mı, hacmimiz mi nedir bizi büyük ve kibirli yapan.  Rabbimizin bize verdiği değer olmasa kıymeti harbiyemiz kaç kuruş eder?

Öyleyse en yakınımızdan başlayarak gerçek tevazuyu gösterelim hatta göstermeyelim; mütevazi yaşayalım. Görmesi gerekenler görür. Egoyu, benliği, kibri bırakalım.

İddialarımızda söylemlerimizde samimi olalım. Birlik ve beraberlikten bahsederken bizim dışımızda da insanların olduğunu ve her insanın ayrı bir alem olduğunu unutmayalım.

Modern düşünürlerin  evrensel değerler dediği, tabiat kanunlarının, (yer çekimi, maddenin eylemsizliği vb) aslında Allah’ın yaratmasının kanunları olduğunu  unutmayalım.

Ortak akıl diyerek kendi aklımızı dayatmayalım ve ortak aklın her zaman doğru sonuca götürmeyeceğini, bazen binlerce insanın bir araya gelerek yanlış işler yaptığı gerçeğini göz önünde bulunduralım.

Son olarak da yaptığımız planların , projelerin evrensel prensiplere ve ilahi  kanunlara uygun olmasına dikkat edelim. Unutmayalım ki herkes hesap yapar ama ancak en buyuk hesaba uygun olanlar gerçekleşir.  Böylece  terslikler ortadan kalkar. Bütün kavramlar gerçek anlamını bulur. Hayat yaşamaya değer bir hal alır. İnsan esfel i safilin (Aşağıların en aşağısı) olmaktan kurtulur ve eşref i mahlukat  (Yaratılmışların en şereflisi) olma mertebesine erişir.

 

             

 

               

Bu yazı 1337 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum