içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Kavakların ıslığı mı yoksa karşı meradaki çobanın ıslığı mı bu işittiğimiz?

20 gündür devam eden tarla işleri bitmemişti. Geçtiğimiz yıllardaki anılar anlatılarak bunun da bir sonu olacak deniyordu. En hızlı son bu olmalıydı. Sıcağın boncuk boncuk akıtıp hızla yere düşürdüğü ter taneleri kadar hızlı olmalıydı. Sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Hani hayatta her şeyin bir sonu vardı. Bitmiyordu işte mırıldanmaları eşliğinde öğle molası olmuştu. Normalde hiç sevilmeyen yaz gününün o en sıcak ve kasvetli saatleri tarlada çalışanlar için en değerli anlardı.

Çünkü bir kavak gölgesi altında, akan derenin sesinde, yarım saatliğine de olsa tazeleniyor, yenileniyor, nefes alıyordun. Bu kavaklar da ne garip ağaçlar. Hava isterse 50 derece olsun, altında durunca üşüyorsun. Kızgın bir soba demiri sıcaklığındaki bu havayı ne keser diyorduk? Herkesin yanından gelip geçtiği, bazılarının ise hiç dikkatini dahi çekmeyen o kavaklar bizim için o kızgın demiri üşüten su taneleri gibiydi.

Serinletmesi bir tarafa kavak görünce aklıma hep ‘Kavaklar’ şarkısı gelir. Hani birkaç kez art arda dinlemek sakıncalıdır uyarısı olan şarkı. Madımak’ta yakarak katledilen şair Metin Altınok’un şiiri, Onno Tunç’un bestesi, Sezen Aksu’nun haykırışı. Kavak altında dinlersen üşümen geçer, çünkü için yanmaya başlar; hatırlattıkları aynı zamanda bir Türkiye gerçekliğidir.

“Bedenim üşür, yüreğim sızlar

Ah kavaklar, kavaklar...

Omzumda bir kesik el ki

Hala, hala durmadan kanar

Ah kavaklar ah kavaklar

Acı düştü peşime

Ah kavaklar ah kavaklar

Ardımdan ıslık çalar” der. Ümitsiz ve çaresizliğin şarkısı.

İş bitmiyordu dedim ya ama çaresizlik ve ümitsizlik duygusu da bitmiyordu bu dünyanın herhangi bir noktası olan köyümde. Kulağımda Kavaklar şarkısı, gözüm yoldaki arabalarda. İstanbul ve Bursa istikametinden muhtemel Ege kıyılarına son sürat giden arabaları gördükçe çaresizlik hissine daha da kapılıyordum.

Birbirinden farklı hayatlar o otoyolda birkaç saniye birleşebiliyordu sadece. Birbirlerinden habersiz, kim oldukları belirsiz ve iki uçtaki hayatların tek ortak noktası, otoyoldaki o 4-5 saniyeydi. Birileri geçiyor, birileri onu izliyordu. Biri gidiyor, biri yine o 'herhangi bir yerde' kalıyordu. Acaba ne zaman kavakların altında oturan değil de sağı solu kavak dolu o yoldan geçip gidecektik. Belki de o zaman kavakların bizde tezahür ettiği yüce anlamı yitirecektik. Bilinmez. Tam da o esnada aklımda beliren şu soru: Ya o gidenler büyük bir acıya koşuyorsa?

Tüm bu düşüncelerin içinde annemin sesi duyuldu.

-Hadi kalk oğlum yemek yiyeceğiz.

Ağır ağır kalktım. Üstümde hem vücut hem de ruh yorgunluğu vardı. Aylardır öğle yemeklerini kavak gölgesinde, toprak üstünde, yanımızdan bir sürü haşerenin arz-ı endam eğlediği bir ortamda yapıyordum.

Doğayla iç içe, şehirden uzak, kuş sesleri arasında mükemmel bir kahvaltı mekânı.

40 derece sıcakta, sabahtan beri yemek torbasında buruşmuş domatesi, salatalığı çıkarıp kesti annem. Yanında, 1 saat daha dursa bozulacak bir lor peyniri. Sabah koparılıp kavak gölgesine konmuş ılıktan biraz soğuğa kayan karpuzu da unutmayalım. Nefis bir yemek şöleni. Kaçar mı? Afiyetle yedik tabii.

Şanslıydık. Yolun karşısındaki tarla çırılçıplaktı. Tek bir gölge bile yoktu. Traktör ve römorkun gölgesini kullanmaya çalışıyorlardı ama hiç kavakla bir olur mu? Üstelik bizim tarla otoyolu görüyordu. Muhteşem manzara.

Arabalar vızır vızır geçmeye devam ediyordu. Sanki tüm ülke, Ege’ye tatile gidiyordu. Gitsinlerdi. Okulların açılmasına az kalmıştı. Sıra bana geliyordu.

Liseye şehre gitmek, 8-9 aylığına tarla işlerinden kurtulmak bizde uzun tatil sayılır.

Ben 8-9 aylığına kurtulsam da büyük emekçiler annem ve babam için kurtuluş yoktu. Sahi yorgunluk diye bir şey vardı değil mi? Köyde ona sıra gelmezdi bu hayat telaşında.

Arabalar hala geçiyordu.

Kavaklar o sıcağa rağmen serinletmeye ve sessizliği bozmaya devam ediyordu.

Duyulan ses, kavakların ıslığıydı. Buralardan geçip gidilecek. Kalan kavaklar olacak.

Buralardan gittiğimizde söyleyin o kavakları kesmesinler. Belki ardımızdan ıslık çalarlar.

Bu yazı 345 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum