Abdülhak Şinasi Hisar Yazdı: Hâtıralarımızın Zaman İçinde Devamı
Vaktiyle, mehtap gecelerinde, Boğaziçi'nin garip bir füsunla üstlerine ışıklar dökülmüş menekşe renkli sularında yüzen o parıltılı, ahenkli ve aşklı kafilenin bugün ancak kendisini görmüş...
Abdülhak Şinasi Hisar / Yazar-Şair
Vaktiyle, mehtap gecelerinde, Boğaziçi'nin garip bir füsunla üstlerine ışıklar dökülmüş menekşe renkli sularında yüzen o parıltılı, ahenkli ve aşklı kafilenin bugün ancak kendisini görmüş olanların hafızalarında kaldığını, yoksa enkazının bile maddeten çürümüş ve dağılmış olacağını biliyorum.
O sazlar, o mehtaplardan; o kayıklar, o sandallardan; o hisler, o seslerden; o şiveleri yeni halâvetler ve cesaretlerle açılan hânendelerden; o mızrapları tellere zafer edalariyle vuran musiki üstadlarından; o beylerle hanımların aralarındaki nazarî aşklardan; o birbirlerine kavuşan bakışlardan bugün hiçbir eser, hiçbir nişane kalmamış olduğunu biliyorum.
O sazlar, o sâzendeler; o gazeller, o hânendeler; o hânendelerin mukaddes âletler gibi yüksekte tuttukları ve arada bir sanki vecde gelir gibi çaldıkları defler; o coşmuş bülbüller gibi israr eden seslerin yerinde ve o saz, mehtap ve aşkla kendilerinden geçmiş insanlar; o hulya mahlûklarına benzeyen kayıklar ve sandallar; o süslü, beyaz başörtülü ve bakışları gökleri, mehtabı, suları şahit gösterir gibi mahçup kadınların yerinde bugün ancak hafızasız ve hâtırasız suların aktığını biliyorum.
Hayat ve zaman Boğaz'ın hafızasız ve hâtırasız suları gibi akmış, geçmiştir. Ve o şarkılar, o duygular, o şekiller, o süsler, o eller, o gözler, o saçlar, o dudaklar, o hulyalar, o bakışlar da büsbütün geçmiş silinmiştir. Bütün o âlemin tekmil unsurlariyle bir daha buluşmamak üzere ayrılmış, toplanmamak üzere dağılmış olduğunu biliyorum.
Fakat bütün bunları yalnız aklımla idrâk ettiğimden ancak eksik ve kifayetsiz bir ilimle bilmekteyim. Bu malûmat ve ehemmiyetime rağmen, vaktimin müsait olduğu ve âsabımın yorgun olmadığı zamanlarda, kendi kendime sussam o eski zaman içine varmak yahut onu kendimde duymak imkânını da kolayca buluyorum.
O mehtap gecelerinde akan, fakat aktıkları belli olmayan, üstlerine garip bir füsunla ışıklar dökülmüş menekşe renkli sularda kayan fakat kaydıkları belli olmayan o gölgeden yapılmış yumuşak birer hayal ve musiki âletine benzeyen yüzlerce sandal ve kayığın teşkil ettiği kafile gûya kayıkçıların iradelerine ve küreklerine değil de yalnız suların akışlarına uyuyor gibi; o kadar sessizce Kalender'den İstinye önlerine; İstinye önlerinden Körfez'e; Körfez'den Bebek koyuna kadar sürüklenir ve her yanından muttasil topluluğundan ayrılan veya ona yeniden katılan yahut onun içinde yer değiştiren kayık ve sandallarla o kadar açılıp kapanır gibi olurdu ki onu suların narin vücudunu okşadığı ve kâh açıp kâh kapadığı ve nazlı bir kayış ve akışla, gizli köklerinin üstünde, başı Kalender'den Bebek koyuna kadar inen, sonra, yavaşça, yine geriye dönen kocaman bir nilüfer gibi hatırlıyorum.
İçindeki insanlar ve varlıklarla birlikte bütün o parıltılı, ahenkli, âlâyişli kafileyi, usulleri, âdetleri, sözleri, zevkleri; taşan, mırıldanan, haykıran sesleri; ruhlarının en derin heyecanını duyurmak isteyen hânendeleri; hânendelerin mukaddes âletler gibi yüksekte tuttukları ve arada bir sanki vecde gelir gi- bi çaldıkları defleri; musiki, mehtap ve aşkla kendilerinden geçmiş olan beyleriyle ve süslü, beyaz baş örtülü; bakışları, gökleri, mehtabı, suları şahit gösterir gibi mahçup hanımlariyle, bütün bir medeniyet taşıyan yani binlerce insanın gönüllerini tatmin ve fikirlerini ikna eden bir hayat nizamından doğan o kafileyi, o nilüferin üstlerine garip bir füsunla ışıklar dökülmüş menekşe renkli sular üstünde sessizce açılıp toplanışlarını ve suların ahengiyle parıltılar içinde yavaş yavaş akışlarını o kadar canlı hatırlıyorum ki şimdi hâlâ bütün hususiyetlerini görüyor, hâlâ bütün seslerini işitiyor, hâlâ bütün hislerini duyuyor gibi oluyorum.
Yeni açılan gözlerimden bütün ruhuma o derin geceler öyle dolmuş, o birbirlerine uzaktan aşklı bakışlarla kavuşan gözler hafızama öyle hâk olmuş, o mehtabın ve sükûtun füsunları kalbime öyle sinmiş, o musikinin ve hânendelerin sesleri ve suların fısıltıları içindeki bütün o sihirli ve parıltılı kafilelerden bende öyle derin bir iz kalmış ki bugün onların bende ömürlerine hâlâ devam ettiklerini görüyor, böylece, onların hâlâ ölmemiş olduklarını da biliyorum. Bu sesler hafızamda hâlâ susmadığı içindir ki onları böyle hâlâ duymaktayım. Bu manzaralar içimde hâlâ yaşadığı içindir ki onları böyle hâlâ görmekteyim.
Kendilerinden bana gerek bende kalmış zerreleri sayesinde bütün bunlar bende nasıl hâlâ daha yaşıyorsa ve şimdi bu sahifeler üstüne eğilmiş, bir eski zaman nakkaşı gibi, bu kâğıtlara hâk ve nakşetmek istediğim nasıl bende hâlâ daha canlı olan renkler ve şekillerse; bunlardan duyurmak istediğim nasıl daha hâlâ dinlediğim sesler ve sözlerse; iz'anım ve vicdanımda nasıl bu şahadetle onların bendeki varlıklarını koruyarak içimde ve etrafımda onların devamına delâlet etmek isteği varsa tıpkı böylece tabiatın her hayatı gizlice koruyan medenî bir yüzünde ve meçhul bir sahasında onları yaşamakta devam ettiren bir kuvvet ve hâtıralarını saklayan bir varlık bulunduğuna ve böylece onların bizim hâtıralarımızdan ayrı bir muhit ve mahfaza içinde de, başka istikametlere doğru hayatlarına devam ettiklerine inanıyorum.
Ben şimdi bütün o mehtapların birer birer sönmüş; ruhlarının ve aşklarının daussilasını söyleyen bütün o ağızların birer birer susmuş, bakışlariyle birbirlerine kavuşan bütün o gözlerin birer birer kapanmış, mehtabın, musikinin ve aşkın lezzetleriyle çarpan o kalplerin birer birer durmuş ve o gecelerin vecdinde kendilerinden geçmiş bütün o insanların birer birer ölmüş ve toprakta açılan çukurlara gömülerek birer birer çürümüş ve bütün varlıklarından ancak -toprakta daima en sona kalan- hâtırasız birer parça kemik kalmış olduğunu bir türlü düşünemiyorum.
Şimdi, hatıramda, akan o hafızasız suların manzarası şuurumda geçen o zamanın idrâkiyle birleşiyor, bu akan su ve geçen zaman birbirine karışarak bir tek unsur oluyor.
Ve aralarında benim bulunmadığım bir gece, belki mehtabın bütün elmaslariyle en çok parıldadığı, kadınların sanki bir tek gezinti için değil, gûya bir ebediyet için hazırlanarak en süslü bulundukları; sazın neşesiyle en ziyade coştuğu; hânende seslerinin en gür çağladığı gönüllerin en vefalı aksisadaları dilendiği, hayal ve hakikatin en derin bir vuslata erdiği; başların en fazla döndüğü; ruhların en mest ve en mesut oldukları bir gece.
Boğaziçinin üstlerine garip bir füsunla ışıklar dökülmüş menekşe renkli suların narin vücudunu okşamaya alışkın olduğu o kâh açılıp kâh kapanan ve nazlı bir akışla Kalender'den Bebek koyuna kadar yayılıp yine toplanan o yüzlerce kayık ve sandaldan hâsıl olma büyük su ve şiir çiçeği, o ışıklarla parıldayan musiki ve mehtap nilüferi, her zamanki bütünlüğiyle, mütevekkil ve kendinden geçmiş haliyle, ezelî bir lezzetle suların keyfine göre yüzerek Bebek koyuna gelince,
Bilmem hangi bir büyüye tutulup da birden bire tilsim bozulmuş gibi, yavaşça bütün köklerinden kopup sürüklenerek -daha aşağılara inildiği rivayet olunan eski ihtişamlı mehtap gecelerinde olduğu gibi yalnız Kuleli karşısına, Çengelköy körfezine, Beşiktaş açıklarına, Kızkulesi önlerine kadar değil,
Fakat, buralarda da tutunmayarak, daha aşağılara; limanı- mızdan ayrılarak daha pek uzaklara; göklerden dökülen ışıklar ve onlarla mehtaplanan menekşe renkli sular arasında dünyanın üstünden kayarak, artık bir daha dönüp geriye gelinmesi imkânsız diyarlara; bu suların ve havanın dışında açılan yabancı bir iklime geçerek, başka âlemlere; bizden ayrılmış bir zaman içinde kalarak, boşluğa dolmaz mesafelerin sonsuz süzülüş ve akışına; bizim maddiyatımızın öte tarafında kalan bilinmez bir unsura erişerek ve açılarak, gittikçe büyüyen halkası içinde yüzmeye; havalanarak, gittikçe genişleyen ufku içinde uçmaya koyulmuş olduğuna,
Ve bütün içindekilerin, hafızamda yaşayan hâtıralarında olduğu gibi, şimdi orada ömürlerine ve seyahatlerine devam ettiklerine; o mehtapların hâlâ parladığına; o sulardaki sandal ve kayıkların hâlâ iştiyakla bakıştıklarına ve o sihirli sazın, o coşan hânendelerin, o aşklı şarkıların, o vefalı aksisadaların, bütün o zamanın daüssılasını söyleyen o sevdalı seslerin hâlâ duyulduğuna inanıyorum!
Tarih: 07-02-2025